FOTOSENTEZ:
Bitkilerin karbon dioksit ve suyu kullanarak ışık enerjisi
ve yapraklarında bulunan klorofil sayesinde oksijen ve glikoz üretme sürecine
fotosentez denir.
Fotosentez bir indirgenme yükseltgenme tepkimesidir.
6CO2(g) +
6H2O(S) (Işık ve
Klorofil) → 6CO2(g) + C6H12O6(k)
SOLUNUM:
Canlıların enerji elde etmek için organik besin maddelerini
oksijenle parçalamalarına solunum denir. Oksijenle besinlerin parçalanması bir yanma
tepkimesidir. Canlılarda organik bileşikler iki şekilde parçalanır. Bunlar oksijenli
ve oksijensiz parçalanmadır.
Canlı organizmaların enerji ihtiyacı solunum sırasında
oluşan bu yanma tepkimesi sonucu üretilir.
Oksijenin en önemli özelliklerinden biri maddeleri
yükseltgemesidir (oksitlenme). Metallerin paslanması, meyve ve sebzelerin
parçalandığında renginin kararması oksitlenmeye örnektir. Besinlerin yanması da
bir indirgenme yükseltgenme tepkimesidir.
OKSİJEN
TAŞINMASI:
Solunumda gerekli olan oksijen akciğerlere alınan havadan
sağlanır. Oksijen alveollerden difüzyon ile kana geçer. Akciğer kılcallarında
oksijen miktarı artar. Oksijenin büyük bir kısmı eritrositler (alyuvar)
içerisindeki hemoglobinle oksihemoglobin oluşturarak taşınır. (% 2 kısmı ise
kan plazmasında çözünür.) Hemogiobinin
yapısında Fe+2 iyonu bulunur.
KARBONDİOKSİT
BOŞALTIMI:
Nefes alma ile vücuda alınan oksijen solunumda doku
hücrelerinde besin maddelerinin yakılmasında kullanılır. Bu işlem sonucunda
oluşan H2O ve CO2 moleküllerinden CO2’nin
organizmadan atılması gerekir. Yanma sonucunda oluşan CO2 doku
sıvısına verilerek burada CO2 derişimini artırır. Doku kılcal
damarlarında CO2’in daha düşük derişimli olması nedeniyle
difüzlenerek kılcal damarlara geçer. Damarlardaki alyuvar içerisine alınan CO2
bir enzim sayesinde (Karbonik anhidraz) H2O ile birleşerek H2CO3’ı
oluşturur. Oluşan H+ iyonlarının çoğu hemoglobinle birleşir. HCO3
- ise kan plazmasına geçer. HCO3 - alveol kılcallarına kadar bu şekilde
taşınır. HCO3 - iyonları alveol kılcallarında plazmadan
alyuvara geçerek H+ atomu ile birleşir, karbonik asiti oluşturur. Serbest
kalan karbon dioksit önce kan plazmasına sonra da akciğer alveolüne geçerek
soluk verme ile vücudu terk eder.
SİNDİRİM:
Alınan büyük moleküllerin (besinlerin) enzimler yardımıyla,
daha küçük moleküllere parçalanması olayına sindirim denir.Yediğimiz besin
maddelerinde bulunan su, madensel tuzlar, vitaminler, glikoz, fruktoz,
galaktoz, amino asitler, alkol gibi küçük maddeler sindirime uğramaz. Yağlar,
disakkarit, polisakkarit gibi karbonhidratlar, proteinler ve nükleik asitler
(DNA ve RNA) sindirim ile hücre zarından geçebilecek küçük moleküllere
parçalanırlar. Kimyasal sindirim ağız,
mide, ince bağırsaklarda olur.
Protein
Sindirimi
Yediğiniz et, yumurta
ve peynirde proteinler bulunur. Vücudumuzda 100.000’in üzerinde farklı
protein vardır. Proteinler C,H,O ve N elementlerinden oluşan önemli
moleküllerdir. Bazı proteinlerde S ve P elementleri de bulunabilir. Proteinler
birçok hücrede ve organizmanın yaptığı hemen her işte görev alırlar. Çok farklı
görevleri nedeniyle yapıları da çok farklıdır. Proteinlerin amino asitlerden
oluştuğunu hatırlayacaksınız. Bütün proteinler 20 çeşit amino asitten
oluşturulan polimerlerdir. Amino asidin çeşitliliğini R ile gösterilen grup
belirler. Proteinlerde R ile gösterilen grup —CH3 ,-C2H5
, gibi değişik gruplar olabilir.
Proteinler, sindirilirken enzimler yardımıyla su ile
parçalanırlar. Peptid bağlarının kopmasında görev alan enzim peptidaz
enzimidir. Proteinlerin su ile
parçalanma işlemi, hidroliz
tepkimesine örnektir. Hidroliz tepkimesiyle proteinler, kendilerini meydana
getiren, amino asitlere kadar ayrılırlar. Proteinlerin parçalanması ve
sindirilmesi midede başlar. Mide çeperindeki özelleşmiş salgılama hücreleri ile
pepsin adı verilen bir sıvı salgılar. Bu sıvı asidiktir. Pepsin enzimi
proteinlerin parçalanması ve midedeki sindirimini gerçekleştirir.
NOT: Mide asidik
sıvı bulundurmasına karşılık zarar görmez. Çünkü mide çeperinde bulunan
özelleşmiş salgı hücreleri, mukus adı verilen sıvı salgılar. Bu sıvı asitli
ortam ile mide arasında bir kalkan gibi ödev görerek mideyi korur.
Mideden gelen polipeptid, oniki parmak bağırsağına geçerek
pankreas tarafından salgılanan tripsin ve kimotripsin ezimleri ile dipeptit ve
amino asitlere dönüşür. Son kalan peptid molekülleri ince bağırsaktan
salgılanan erepsin enzimi sayesinde hidroliz tepkimesiyle amino asitlere
ayrışırlar.
Karbonhidrat
Sindirimi
Nişastanın sindirimi yukarıdaki tepkimeye
göre ağızda başlar. Tükürük bazik bir
çözeltidir ve içindeki amilaz
enzimi ile nişasta hidrolize uğrayarak bir kısım nişasta parçalanır. Parçalanmayan
nişasta mideye gelir. Midede amilaz üretilmesine rağmen midenin pH = 1,5-2
olduğundan bu enzimler etkisiz hale gelir ve nişasta midede sindirilmez.
Mideden oniki parmak bağırsağına geçen nişasta hidrolize uğrayarak glikoza
dönüşür. Böylece nişasta sindirimi gerçekleşmiş olur.
Yağların
sindirimi
Yağlar, gliserin ile yağ asitlerin oluşturduğu polimerik
yapılardır. Yağ asitleri, 12-18 karbonlu
uzun zincirli moleküllerdir.
Ağız ve midede yağ sindirimi olmaz. Yağların sindirimi oniki
parmak bağırsağında başlar ve burada tamamlanır. Yağlar karaciğerden gelen
bazik safra salgısı ve pankreastan gelen bazik lipaz enzimi yardımıyla
hidrolizlenerek yağ asidine ve gliserine parçalanırlar. Oluşan yağ asidi ve
gliserin yağdan daha küçük moleküller olduğundan ince bağırsakta emilerek kana
karışır.
Doğal
Denge ve Karbon Dioksit
Bu değişimin en önemli ve en etkilisi karbon çevrimi ile
ilgili olandır. Fosil yakıtların yakılmasıyla oluşan kimyasal tepkimelere karşı
olan doğanın oluşturduğu tepkimeler aynı hızla gerçekleşmediğinden doğal denge
korunmamaktadır. Çünkü, karbon kaynaklarının hızla CO2’ye
dönüştürülmesine karşın, bu CO2 aynı hızla karbon kaynakları haline
dönüşmediğinden var olan denge bozulmuştur.
Doğal dengeyi etkileyen pek çok etken bulunmaktadır. Çoğumuz
bu etkenlerin farkında değiliz. Karbon çevrimindeki karbon dengesi de bunlardan
biridir ve canlı yaşamını doğrudan etkilemektedir. Karbon çevrimi bir yandan
canlılar için en temel element olan oksijen dengesini sağlayan, diğer yandan
yine canlıların besin ve enerji gereksinimini karşılamak için maddelerin
oluşumuna olanak sağlayan bir mekanizmadır.
Doğadaki
oksijen dengesi
Oksijen canlıların yaşamında en temel elementtir. Atmosferde
oksijenin bulunmaması, oksijensiz ortamda yaşayan canlılar dışında hiçbir
canlının olmaması demektir. Doğadaki oksijen dengesinin nasıl sağlandığını
hayat bilgisi ve fen bilgisi derslerinden hepimiz biliriz.
Klorofilli
bitkiler güneş ışığının etkisiyle fotosentez yaparak havadaki karbon dioksiti
ve topraktan aldığı suyu glikoza çevirirken atmosfere oksijen salar.
Atmosferin bileşiminde ortalama % 21 oksijen bulunmaktadır.
Atmosfere salınan oksijenin yaklaşık % 70’i denizlerden, % 30’u karalardan salıverilir.
Canlıların solunumu sırasında oksijenin bir kısmı karbon dioksite dönüşür.
Ayrıca canlılardan başka pek çok yerde yanmalar sonunda karbon dioksit, karbon
monoksit ve başka oksitlerin oluşması şeklinde oksijen harcanmaktadır. İşte bu
fotosentez, solunum, doğal yanma, sentez ve ayrışmalar sonunda milyonlarca yıl
atmosferde bugün bilinen oksijen dengesi kurulmuştur. Ancak son yüzyılda doğal
olayların dışında hızla artan bir oksijen tüketimi söz konusudur. Yer altından
çıkarılan kömür, petrol, doğal gaz gibi fosil yakıtlarının yakılması, oksijeni
harcayan ama üretmeyen bir süreçtir. Bu da doğal oksijen dengesini bozduğu gibi
belki bu yüzden ozon dengesini bile bozduğunu düşünmek mümkündür.
Atmosferdeki
ozon tabakasının delinmesini kloroflorokarbon bileşiklerinin atmosfere
yayılmasına bağlamanın yanında oksijen dengesinin bozulmasına bağlamak da
akılcı bir yaklaşım olacaktır.
ELLERİNİZE SAĞLIK ALLAH RAZI OLSUN
YanıtlaSilallah sizden razı olsun
YanıtlaSilthanks you
YanıtlaSiltşk
YanıtlaSil