Sanayi devrimi ile beraber ihtiyaçlara göre üretim
artmıştır. Üretim artışı aynı zamanda dünyanın kaynaklarının (ham madde) hızla
tüketilmesini gerçekleştirmiştir. Kaynaklar tüketilerek üretim yapılırken
çevrenin dengesi bozulmaktadır. Ayrıca üretilen maddelerin atıklarının gelişi
güzel çevreye bırakılması da çevreyi etkilemektedir.
Örneğin deterjan, gübre, polimer madde, boyalar, tarım
ilaçları, vb. maddeler üretilirken toprağı, havayı, suyu kirletecek maddeler de
meydana gelir.
Gübrelerin
Çevreye Etkisi
Sanayi ve teknolojinin hızla artması nüfus
yoğunluğunun kentlere kaymasına, var olan tarım alanlarının sanayi ve
yapılaşmaya ayrılmasına neden olmuştur. Tarım alanlarının ve tarımla
uğra-şanların azalması buna karşın dünya nüfusunun hızla artması nüfusa göre
artan ihtiyacın karşılanmasını gerektirmiştir.
Bitkilerin gelişmesi oldukça karışık bir
biyokimyasal olaydır. Bitkiler diğer canlılardan farklı olarak cansız
maddelerle beslenir. Bitkilerin gelişiminin gerçekleşmesi için ısıyı, ışığı, karbon ve oksijeni havadan;
N, P, K, Ca, Mg, 5, Fe, Mn, Zn, Cu, B ve bazı hallerde Mo gibi elementleri
ise topraktan karşılarlar. Bitkilerin sağlıklı büyümeleri ve yaşamaları için
gerekli olan bu elementler çoğu zaman toprağa dışarıdan verilir. Bu
elementlerin en önemlileri N, P ve K’ dur.
Toprakta eksik ve alınmayacak durumda olan elementlerin kimyasal yolla
verilmesine kimyasal gübreleme denir. Gübreler çiftçilerin aynı topraktan bir
yılda daha fazla ürün elde etmelerini sağlarlar. İyi bir uygulama olduğu
görünmesine karşılık bazı problemleri de beraberinde getirir.
Bitkiler toprağın belirli bir pH değeri
arasında büyür.
Ancak
yoğun kimyasal gübreleme sonucu toprağın pH’sı değişir. Organizmaların
çalışması engellenir ve denge bozulur. Toprağı analiz etmeden gübre kullanmak toprağı organik
maddelerce fakirleştirmekte ve toprağın yapısını bozmaktadır. Yapı bozulduğunda
bitki gelişmesi yavaşlayarak durmaktadır. Toprağın humus oranı azalarak gübre
toprakta tutunmayıp yağmur suları ve sulama ile akıp gider. Bunun sonucunda toprağın
üst kısımları kumlaşıp alt kısımları sertleşir.
Ayrıca yüksek oranda azotlu gübre kullanımı
sonucu topraktan yıkanmalarla içme suları ve akarsulara karışan nitrat miktarı
artar. Fosforlu gübrelerin yüzey akışları ile taşınmaları sonucu içme suları ve
diğer akarsularda bulunan fosfat miktarı yükselir.
Neden
organik gübre?
Yıllardır kimyasal gübrelerin kullanımı
verimi arttırmanın yanında, toprakta yorgunluğa ve canlılığın azalmasına sebep
olmaktadır. Bu durum ne yazık ki toprağın çoraklaşmasını hızlandırmaktadır.
Toprakta su ve oksijeni tutan, besin maddelerini soğuran eden, mikroorganizma
faaliyetini hızlandıran en önemli etmen organik maddelerdir. Organik maddeler;
hayvansal, bitkisel ve humus esaslı kaynaklardır. Hayvansal ve bitkisel organik
maddeler kısa ömürlüdür (azami 8 ay).
Humus: Hayvansal ve bitkisel maddelerin binlerce
yıl toprak altında ayrışması ile doğal olarak oluşan ideal bir organik
gübredir. İçerdiği hümik, fulvik ve
ulmik asitler ile toprağın yapısını ve bileşimini düzenleyip bitkide
gelişmeyi teşvik eder. Doğal humuslar uzun ömürlü organik maddeler olup besin
maddelerini en yüksek düzeyde soğurarak bu besin maddelerini bitkiye yavaş
yavaş ve uzun zamanda verirler.
Deterjanların
Çevreye Etkisi
Sabun ve deterjanlara temizleyici özellik
veren maddelerin yapısında yüzey-aktif maddeler olduğunu 3.ünitede görmüştük.
Çoğunlukla deterjanlar içine pahalı olan
yüzey aktif maddeler karıştırılmamakta, onun yerine ucuz olan bentonit, kaolin,
değişik tuzlar, asitler ve silikatlar gibi temizleyici özellikleri olan suda az
çözünen anorganik maddeler karıştırılmaktadır.
Bir deterjanın yapısındaki biyolojik
bozunmaya uğramayan maddelerin oranı onun çevre kirlenmesi ve sağlığa olan
zararlarının göstergesidir. Bu maddelerin su ve toprakta bozulmadan kalıp
akarsularla göl ve denizlere ulaşması buralarda yaşayan canlıları ve onlarla
beslenen insanların sağlığını tehdit etmektedir. Son 25 yıl içerisinde birçok
ülke deterjan üretiminde biyolojik bozunması hızlı yüzey-aktif maddeler ve
katkı maddeleri kullanmaktadırlar. Yüzey-aktif maddesi lineer alkil benzen
(LAB) ve benzeri yapıda olan deterjanlar su ve toprakta daha hızlı biyolojik
bozunmaya uğradığından deterjan üretiminde öncelikle tercih edilmektedir.
Sodyum
Hidroksit Kirliliği:
(NaOH),320°C’ta eriyen yarı saydam
kristallerden oluşmuş beyaz bir katıdır. Suda ısı vererek çözünür ve nem
çekerek bozunur. Deriye dokunursa derinin suyunu çekerek deriyi yakar. Bu
nedenle katı NaOH’e sud kostik (yakıcı sud) denir.
Sulu çözeltisi parmaklar arasında kaygan
bir his bırakır. Derişik olursa deriyi parçalar. Potasyum hidroksitle aynı
özellikleri gösteren fakat ondan daha az yakıcı olan güçlü bir bazdır. Yün,
ipek vb. proteinleri parçalayarak bozar. Havadan nemle beraber CO2’i
de çeker.
NaOH
endüstride sud kostik adı altında özellikle sabun, kağıt, selüloz, viskoz
ipeği, sentetik boya, alüminyum, petrol rafinerisi ve petro-kimya endüstrisinde
kullanılır.
Sülfürik
Asit (H2SO4) Kirliliği:
Sülfürik asit renksiz, yağımsı bir sıvıdır.
Günümüzün en önemli endüstriyel kimyasal maddedir. Boyar maddelerden ve
gübrelerden metalurji ve plastiklere kadar her türlü endüstri için vazgeçilmez
bir maddedir.
Derişik
sülfürik asit, birçok organik maddeden
suyu çeker ve ısı veren bir tepkime
oluşturur. Bu özelliğinden dolayı, temas edildiğinde cilde büyük zararlar
verebilir. Tarım endüstrisinde büyük miktarlarda asit, kalsiyum fosfat Ca3(PO4)2
gibi çözünmeyen fosfat kayalarından, çözünebilir kalsiyum dihidrojen fosfat
elde etmek için kullanılır.
Sodyum
Sülfür (Na2S) Kirliliği:
Dericilikte, tüyleri deriden dökmekte ve
kağıt hamurunun hazırlanmasında kullanılır. Çevreye bırakıldığı zaman suyu ve
toprağı kirleterek canlılar üzerinde toksik etki yapar.
Sodyum
Kromat (Na2CrO4) Kirliliği:
Sodyum dikromatla birlikte krom kaplama
işleminde kullanılır. Zehirleyici kimyasal olduğunda toprak ve su için önemli
bir kirleticidir. Ayrıca yükseltgen olduğundan doğada bir çok maddenin yapısı
bozularak canlı sağlığı için zararlı maddeler oluşturur. Sodyum sülfür, sodyum
kromat, sülfürik asit ve sodyum hidroksit vb. gibi maddeler kullanıldıkları
ortamlarda çok uzun süre kalıcı olduklarında ve biyolojik olarak
parçalanmadıkları için çevre kirliliğine sebep olmaktadır.
Yukarıda sayılan maddeler de geri kazanma
veya uygun giderim işlemleri uygulanmadığı
zaman çevresel bir kirletici hatta felaket kaynağı olabilirler. Kimyasal maddeler verdikleri zararlar
açısından; atmosfer kirleticiler, su kirleticiler, toprak kirleticiler olarak sınıflandırılırlar.
Biyolojik olarak kendi kendine ayrışmayan ya da çok uzun yıllarda ayrışan
zararlı maddeleri çevreye yayan kaynakları şu şekilde örneklendirebiliriz:
-Evler, iş yerleri ve araçlarla petrol,
kalitesiz kömür gibi fosil yakıtların aşırı ve bilinçsiz tüketilmesi.
-Sanayi atıkları ve evsel atıkların çevreye
gelişigüzel bırakılması.
-Nükleer silahlar, nükleer reaktörler ve
nükleer denemeler gibi etmenlerle radyasyon yayılması.
-Kimyasal ve biyolojik silahların
kullanılması.
-Bilinçsiz ve gereksiz tarım ilaçları,
böcek öldürücüler, soğutucu ve spreylerde kullanılan gazlar.
Çevremizi
kirleten çok çeşitli kimyasal maddeler vardır. Bunlar arasında dioksin, dieldrin
ve öteki tarım ilaçları, hidrolik yağ ve plastik yapımında kullanılan
poliklorodifenil (PCB) sayılabilir. Kadmiyum, kobalt, çinko, kurşun, nikel,
cıva da aynı biçimde canlıların vücudunda birikerek insan ve hayvan sağlığını
olumsuz etkileyebilir.
Hava Kirliliği
Atmosferdeki havanın fiziksel, biyolojik ve
kimyasal özelliğinin çeşitli etkenlerle canlı yaşamını tehdit edecek şekilde
değişikliğe uğramasıdır.
“Tozlar, zehirli gazlar, sera gazları, ozon
tüketen gazlar hava kirliliğini oluşturan maddelerdir.”
Fabrika bacalarından çıkan duman ve motorlu taşıtlardan egzoz
gazları hava kirliliğinin temel etkenleridir. Kömür, petrol gibi yakıtların
dumanındaki kükürt dioksitin havadaki su buharı ile birleşerek oluşturduğu
sülfürik asit, asit yağmuru olarak yeryüzüne iner. Hava akımlarıyla sürüklenen
duman yüzlerce kilometre uzakta bile asit yağmuruna yol açabilir.
Asit
yağmuru suların asitlik derecesini artırarak canlılara zarar verir. Ormanları
yok ederek çöllenmeye neden olur.
Asit
yağmurları taş ve tuğlaları aşındırarak yapılara zarar verir.
Egzoz gazlarıyla havaya karışan karbon
monoksit ve hidrokarbonlar da insan sağlığını etkiler. Güçlü güneş enerjisinin
etkisiyle havadaki yoğun duman içinde oluşan kimyasal tepkimeler de boğucu bir
sise yol açar. Özellikle astımı ve akciğer hastalıkları olanlara çok zararlı
olan bu sis, ağaçları ve öteki bitkileri de zehirleyebilir.
Hava kirlenmesinin bir başka tehlikeli
sonucu atmosferin yüksek katmanlarında bir karbon dioksit tabakasının
oluşmasıdır. Kömür, odun, mazot gibi yakıtların yanmasıyla açığa çıkan karbon
dioksitin oluşturduğu bu tabaka, yeryüzünden yansıyan güneş ışınlarının dünya
dışına çıkışını engelleyerek atmosferin ısınmasına yol açar. Sera etkisi denen
bu olgu dünyanın sıcaklığının artmasına neden olmaktadır. Eğer enerji üretimi
için odun, kömür ve petrol ürünlerinin yakılması bu düzeyde sürerse 50 yıl
içerisinde dünyamızdaki ortalama sıcaklığın 3 ile 5 derece yükseleceği
sanılıyor. Bunun sonucunda iklim özelliklerinin değişeceği, bazı bölgelerin
çoraklaşacağı, kutuplardaki buzların eriyerek deniz düzeyinin 5 metre kadar
yükseleceği, birçok liman ve alçak alanların sularla kaplanacağı tahmin
edilmektedir.
Güneşten
gelen ısı dünyada organizmaların yaşayabilmesine uygun bir sıcaklık sağlar.
Dünyaya ulaşan ısının çoğu geri yansır. Ancak atmosferde bulunan CO2
de ısıyı tutar. Atmosferdeki CO2 miktarı arttığı için yer küredeki
sıcaklığın da artmasından ve kutuplardaki buzları eriterek sel baskınlarına
neden olmasından korkulmaktadır.
Atmosfer kirliliğinin bir başka etkeni de
aerosollerde ve soğutucularda kullanılan bazı gazların atmosfere karışmasıdır.
Eğer gerekli önlemler alınmazsa atmosferdeki koruyucu ozon katmanına zarar
veren bu kirlilik Dünya’daki tüm canlıların güneşten gelen morötesi ışınların
zararlı etkileri karşısında korumasız kalmasına
neden olabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder